Soru : Kur'ân-ı
Kerîm'in bir çok ayet-i kerimelerinde: Müminlerin kafirlerden daha üstün
oldukların, kafirlerin Müslümanlar üzerinde bir otorite kuramayacakları
belirtilirken bugün Müslümanlar neden geri kalmıştır? Mesela: Cenâb-ı Hak, Nisa
suresi 141. ayet-i kerimesinin sonunda: "... Allah, kafirlere,
mü'minlerin aleyhinde (üstün olmaya) asla bir yol
(ve imkan) bahşetmez"
buyuruyor. O halde bugün kafir ülkeler neden Müslüman ülkelere galib geliyor ve
her yönüyle üstün oluyorlar?
Cevap : Bismillâhirrahmânirrahîm.
Her
şeyden önce şunu belirtelim ki: Mü'min, hem davası hem de akıbeti
bakımından her zaman, Mü'min olmayandan üstündür. Çünkü mü'min, Allah
Teâlâ'ya inanır, yalnız O'nun kulu ve kölesi olur. Sadece Allah Teâlâ'nın dini
için savaşır. Ölürse şehit, kalırsa gazi ve mükafâtı cennet olur.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: "(Ey
mü'minler) gevşemeyin. Mahzun olmayın. Siz eğer (gerçekten)
mü'min iseniz, (düşmanlarınıza galip ve onlardan) çok
üstünsünüz" (Al-i İmran Sûresi, 139) Demek ki bizler
gerçek mü'min, Gerçek Müslüman olduğumuz taktirde, kafirlerden daima çok
üstünüz.
Müntesibi olmakla şeref duyduğumuz İslam dini,
hiçbir zaman kalkınmaya engel, hıristiyanlık veya Yahudilik de kalkınmanın tek
çaresi değildir. Çünkü Etiyopya da hıristiyandır. Bırakın kalkınmayı henüz açlık
tehlikesini bile yenememiştir. Asırlardır hıristiyan olmaları, Etiyopyalıları
dünyanın en fakir halklarından olma durumundan kurtaramamıştır. Amerika'nın
hemen bitişiğindeki Meksika da hıristiyan'dır. Ama her tarafında sefalet kol
gezmektedir.
Hıristiyan olmak, başlı başına bir kalkınma ve
ilerleme sebebi olsaydı, başta Güney Amerika ülkeleri Etiyopya ve Meksika olmak
üzere pek çok hıristiyan ülke kalkınırdı. Yahudi dinine mensup Yahudilerin tek
devleti olan İsrail ise; eğer İsrail dışında yaşayan Yahudilerin ve Amerika'nın
bol para yardımları olmasa, kendi gayreti ile bir devlet olarak ayakta kalması
mümkün değildir. Bir de şu önemli hususa temas etmek istiyorum.
Müslümanın her hali İslâm'a uygun olmadığı
gibi, gayr-i müslimin her hali de İslâm dışı değildir. Mesela ilim tahsil etmek,
çalışkan olmak, sanatta ilerlemek Müslüman'ın vazifesi iken Müslüman bu ve
benzeri hususlarda geri kalabilir, gayr-i müslimler de ilerleyebilir. O zaman
gayr-i müslimler galip, Müslümanlar mağlup olur.
Dikkat edilirse burada galip olan gayr-i
müslimin kendisi değil, galibiyete sebep olan ilim, çalışkanlık ve sanattır.
Bunlar ise Hak'tır. Öyle ise bizzat batıl değil, batılın sahip
olduğu "Hak sebepler" galip geliyor. Bu da geçici olur.
Ne zaman ki, Müslümanlar İslâmiyeti öğrenip,
anlayıp, yaşarsa, o zaman hak sebeplerle hak ehli birleşir ve galibiyeti elde
ederler.
İlim, sanat ve çalışkanlık gibi sebepler
kuvveti temin eder. Fakat hak sebeplerin hepsi bu kadar değil. Dolayısıyla
galibiyette kuvvetin bir payı varsa, Hak'tan yana olanın payı
daha büyüktür. İşte mağlubiyetler gaflete dalan
Müslümanlara kamçıdır. Bu kamçı ile kendine gelen, İslâmiyet'i yaşamaya başlayan
Müslümanlar yine zafer sancağını ellerine alacaklardır inşa Allah.
Allah'ın rahmeti her yere müsavi yağan yağmur
gibidir. Bir elma ağacının meyvesi yoksa, yağmurdan yeteri kadar istifade
edememiştir. Elmadan daha kıymetsiz olan iğde ise yağmur sayesinde meyvelerini
besler, güzel bir hal alır. Şayet bir Müslüman ibadet meyveleriyle süslenmemiş
de, bir gayr-i müslim tatlı dil, güler yüz, yardımlaşma ve temizlik gibi
meyveleri, hayatının dallarına takmışsa, gayr-i müslim başarılı, Müslüman
başarısız olur. Çünkü Allah'ın emir ve yasakları birer hikmettir. Hikmetler
zaman, yer ve şahsa göre değişmez. Kim Allah'ın emirlerini tutar,
yasaklarından kaçarsa o kazanır. Kim bu sırra tabi olmazsa o kaybeder.
Derler ki: Allah'ın lütfu umumidir. Kafirler dahi
bu lütufdan faydalanabilir."
Mesela, namaz kılmak nasıl Allah'ın emri ise,
havanın sıkışması, suyun kaldırması, elektriğin enerjisi de Allah'ın kanunudur.
Birincisine; "Teşrii evamir",
ikincisine; "Şer'i tekvin" denir. Diğer bir ifade ile bunları
ifade etmek istersek, namaz, oruç gibi ibadetler Teşri-i evamir,
yani kanun hükmündeki emirler... Şer'i tekvin ise, yaratılışa
ait kanunlardır. Şer'i tekvinin bir kısmına "tabiat kanunları"
da deniyor. Fransa'da zuhur eden natüralizm cereyanı, inkâra saptığı için
yanlıştır. Aslında tabiat kanunlarının bütünü, Allah'ın koyduğu kanunlardır.
Şimdi Müslümanlar namaz ve oruç gibi emirlere
tabi olup, atomla, elektrikle, su ile ve toprakla ilgili kanunları ihmal eder
veya yanlış anlarsa Allah'ın bir kısım emirlerine uymuş, bir kısmına uymamış
sayılırlar.
Namaz kılan Müslüman, bu hususiyeti ile gayr-i
müslimden üstündür. Fizik, kimya ve benzeri ilim dallarındaki kanunlara uyan
gayr-i müslim de bu hususta Müslüman'dan daha başarılı olur. Asıl olan, namaz
kılıp, oruç tuttuğumuz gibi fen kitaplarında yazılı kanunları da anlamak ve
bunları tatbik etmektir.
Lise
kitaplarında Dalton, Kepler, Maryot ve Ohm diye adlandırılan kanunları Allah
koymuş, ilim adamları bulmuştur. Böylece Allah'ın kanunları şu veya bu ilim
adamının adıyla adlandırılmıştır. İlim adamlarını takdir edeceğiz. Fakat fen
kitaplarındaki bütün kanunları koyan Allah'tır sırrını da unutmayacağız..
**** **** **** **** ****
**** **** **** ****
MEHAZLAR :
**
** 11 ŞUBAT 2009 TARİHLİ
MİLLİ GAZETE 'DEN İKTİBAS EDİLDİ..
**
MAKALE YAZARI : MEHMET TALÛ
**
**
|