* En son ve en büyük peygamber Hz.
Muhammed (s.a.s.)'e Allah tarafından gönderilen vahiylerden meydana gelen en
büyük kutsal kitap Kur’an-ı Kerimdir. Allah peygamberlerini rehberlik etmeleri
için insanlığa göndermiştir .
* Kur’an-ı Kerim, İslamiyet’in Temel kaynağı
olup, dinin temel esaslarını içerir. İslam’ın inanç, ibadet, ahlak ve insanlar
arası ilişkiler gibi konularını öğrenmede birinci kaynaktır. Bu kitaba iman eden
her Müslümanın ilahi kitabın ilkelerine uyması ve ayetlerden çıkarılan
hükümlerden istifa etmesi gerekir.
* Dinî bir kavram olarak Sünnet, Kur’an’dan sonra dinî kaynakların
ikincisi olup, Farzlar ve vacipler dışında Peygamber efendimiz Hz. Muhammed
(s.a.v.)’in söz, fiil ve davranışlarına denir. Söz, haber, yeni şey anlamlarına
gelen hadis de sünnetin içinde yer alan bir kavramdır. Hadislerin bütünü Sünneti
oluşturur.
Sünnet, Kur’an’ı açıklama konusunda çok önemli bir kaynaktır. Dini bir konuda
hüküm verilirken önce Kur’an’a, sonra sünnete bakılırdı. Çünkü Kur’an daha çok
genel hükümler içerir. Bu hükümlerin geniş anlamda açıklaması ise sünnet
sayesinde olmuştur.
*
Sünnet: Arapça bir kelime olup; sözlük anlamı,
“yol, birinin devamlı
gittiği yol, âdet, prensip, gidişat, hayat tarzı” gibi anlamlara
gelmektedir. Terim anlamı ise, Peygamber Efendimizin (Sallâllahü aleyhi ve
sellem) söz ve fiillerinin
ve takrirlerinin tümü mânâsına gelir. Takrir, bir konuda sükût etmekle, o işi
reddetmemek demektir.
*
Hadis ve sünnet arasında kullanım açısından biraz fark vardır.
Hadis, daha çok Hz. Rasulullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) sözlerine,
fiillerine ve sükût yoluyla tasdik ettiği şeylere denir. Sünnet ise, daha çok
Hz. Rasulullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) gidişat, davranış, ahlak ve
takip ettiği yol için kullanılır. Sünnet, hadisten daha özel bir mana ifade
eder. Birini diğerinin yerine kullanmanın dinen bir sakıncası yoktur.
Ehl-i Sünnet demek, itikad, amel ve yaşantı olarak
Hz. Rasulullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) yolundan giden kimse demektir.
* Sünnet kelimesinin dînimizde üç mânâsı vardır:
Kitab ve sünnet birlikte söylenince; kitâb, Kur’ân-ı kerîm; sünnet de, hadîs-i
şerîfler demektir. Farz ve sünnet denince; farz, Allahü teâlânın emirleri;
sünnet ise, Peygamber efendimizin sünneti, yâni emirleri demektir. Sünnet
kelimesi yalnız olarak söylenince; İslâmiyet’in bütün hükümleri demektir.
Meselâ, Kudûrî Muhtasarı’nda; “Sünneti en iyi bilen imâm olur” diyor. Cevhere
kitabında burayı açıklarken; “Sünnet demek, burada İslâmiyet’in hükümleri
demektir” diye bildirilmektedir.
*
(Sünnetimi terk edene şefaat etmem) hadis-i şerifindeki sünnet, namazın
sünnetleri değildir, diğer sünnetler de değildir. İslamiyet demektir. Burada
sünnet, yol demektir. Benim sünnetim demek, benim yolum demektir. Şeyh-ul-islam
İbni Kemal Paşazade hazretleri, (Şerh-ı hadis-i erbain) kitabında,
(Sünnetimi terk edene şefaatim haram oldu) hadis-i şerifini açıklarken
buyuruyor ki: Bu hadis-i şerifteki sünnet, İslamiyet demektir; çünkü
mümin, büyük günah işlese de şefaatten mahrum kalmaz. Nitekim hadis-i şerifte
buyuruldu ki: (Ümmetimden, büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim.) [Ebu
Davud]
*
*
Yapısı Bakımından Sünnetin Nevileri
* Kavli Sünnet :
Peygamber Efendimizin sözlerini içeren sünnet şeklidir. Fıkıhçıların kaynak
olarak kabul ettiği ve daha kuvvetli bulunan kavli sünnet hüküm çıkarmada
kullanılmaktadır.
* Fiili Sünnet : Peygamberimizin yaptığı davranışlar ve hareketler doğrultusunda ortaya çıkan
sünnettir. Kur’an-ı Kerim’de geçen üzerimize farz olan ibadetleri nasıl
yapacağımıza dair kaynak olarak bu sünnet çeşidinden yararlanılmaktadır.
* Fiili Sünnet : Peygamberimizin yaptığı davranışlar ve hareketler
doğrultusunda ortaya çıkan sünnettir. Kur’an-ı Kerim’de geçen üzerimize farz olan
ibadetleri nasıl yapacağımıza dair kaynak olarak bu sünnet çeşidinden
yararlanılmaktadır.
*
* Sünnet ikiye ayrılır: 1- Sünnet-i Hüda , 2-
Sünnet-i Zevaid
1- Sünnet-i Hüda:
Buna sünnet-i müekkede de denir. İslam dininin
şiarıdır, başka dinlerde yoktur. Peygamber efendimiz bunları devamlı yapmış,
nadiren terk etmiş ve terk edenlere de bir şey dememiştir. Ara sıra terk ettiği
sünnetlere de (gayri müekkede) denir. Müekked sünneti, özürsüz [mazeretsiz]
devamlı terk etmek mekruhtur. Bunları arasıra yapmıyanlara azâb bildirilmedi.
Hiç terk etmediği ve terk edenlere azâb yapılacağını bildirdiklerine (Vâcib)
denir. Arasıra yapdığı ibâdetlere (Müekked olmıyan sünnet) veyâ (Müstehab)
denir. Âdet olarak yapdıklarına (Sünnet-i zevâid) veyâ (Edeb)
denir. İyi şeylere sağdan, fenâ şeylere soldan başlamak ve sağ, sol elleri
kullanmak edebdir.
*
2- Sünnet-i Zevaid:
Peygamber efendimizin, ibadet olarak değil de âdet
olarak devamlı yaptığı şeylere denir. Zevaid sünnetleri terk etmek mekruh
değildir. Peygamber efendimizin giyiniş şekli, iyi şeyleri yapmaya sağdan
başlaması gibi şeyleri sünnet-i zevaiddir. Sünnet-i zevâidi yapmak mecbûrî
değildir. Fakat yapanlara çok sevâb verilir. Zevâid sünnetleri terk etmek mekrûh
olmaz. Bununla berâber, âdete bağlı şeylerde de Resûlullah'a tâbi olmak, dünyâda
ve âhirette insana çok şey kazandırır ve çeşitli seâdetlere (kurtuluşa, huzûra)
yol açar.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Farza bağlı olan ve olmayan sünnet vardır. Farzdaki sünnetin
aslı Allah’ın kitabındadır. Bu sünneti, [sünnet-i hüda’yı] almak hidayet, terki
ise dalalettir. Diğer sünneti [sünnet-i zaide’yi] almak fazilet, terki ise günah
değildir.) [Taberani].
Peygamber efendimizin böyle âdet olarak yaptığı şeyleri
yapmamak bid'at değildir. Bunları yapıp yapmamak, ülkelerin ve insanların
âdetlerine bağlı olup, dini hükümler değildir. Her ülkenin âdeti başka başkadır.
Hatta bir ülkenin âdeti zamanla değişir. Bununla beraber, âdete bağlı şeylerde
de [Bir mazeret yoksa] Resulullaha tâbi olmak, dünya ve ahirette insana çok şey
kazandırır ve çeşitli saadetlere yol açar. (Mektubat-ı Rabbani C.2, M.55).
*
* Kitab ve Sünnet denilince, buradaki sünnet, hadis-i
şerifler demektir. Farz ve Sünnet denince, buradaki sünnet, Peygamber
efendimizin farz olmayarak yaptığı işler demektir. Sünnet, yalnız olarak
kullanılınca (İslamiyet) demektir. Bu sünnete uyanlara (Ehl-i sünnet) denir.
* Hadis-i Şerifler, âyetleri açıklarlar.
Âyetler de kısa ve öz olarak beyan edilen İlâhî maksatları izah ederler.
Kur'an'da yer almayan bir konuda ise hüküm ortaya koyarlar.
* Resulûllah Efendimiz (a.s.m.), Allah’ın sevdiği ve razı olduğu örnek
insandır. Ona uymayan kimsenin Allah sevgisi, sözde kalmaya mahkûmdur. Hakikat
bu iken, sadece âyetle amel etme vehmine kapılarak sünnetten yüz çevirmek,
Allah’ın sevdiği zata benzemeyi terk etmek demektir.
Bir insan, Kur’an-ı Kerim’i hadislerin ışığında değil
de kendi fikriyle yorumlamaya kalkışırsa, ortaya çıkacak yol Allah Resulünün
(a.s.m.) değil, o adamın şahsî yolu olacaktır. Bu yolun ise nereye çıkacağı
bellidir. Kur’anı anlamaktan maksat onu yaşamak ve yaşatmaktır. Bu noktada, en
büyük rehber Allah Resulüdür (a.s.m.).
Kur’an’da, Hz. Peygamber’e itaati emreden ve ona
itaat etmenin Allah’a itaat etmek demek olduğunu açıklayan çok sayıda ayet
vardır.
Bu gerçeği bizzat Kur’an âyetlerinden
okuyalım:
“Peygamber size neyi verdiyse onu alın ve size
neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın azabı
çetindir.” (Haşir, 59/7)
“O, kendiliğinden konuşmaz. Onun konuşması ancak
indirilen bir vahiy iledir.” (Necm, 53/3-4)
“Kim Resule itaat ederse, Allah’a itaat etmiş
olur.” (Nisa, 4/80)
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) de, “size
emrettiklerimi yerine getirin, yasaklarımı da gücünüz yettiğince terk edin.”
buyurmuştur. (Müslim, 412, İbn Mâce, Mukaddime, 1.)
Burada zikrettiğimiz bütün bu ayet ve hadislerden
de anlaşıldığı gibi, Sünnete bağlılık, dinî bir zorunluluktur. "Kur’an bize
yeterlidir" düşüncesiyle sünneti ihmal etmek, tarih boyunca bütün bid’at
fırkalarının ortak özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Sadece Kur’ân ayetleri yeterlidir, hadislere
bile ihtiyaç yoktur.” demek, başlı başına ve sorumsuzca yapılmış bir sözdür.
Zira, Kur’ân-ı Kerimde, “Sadece ayetlerle iktifa
edin, Peygamberin sünnetine uymanız gerekmez.” mânasında bir ayet yoktur.
Aksine, o Hak elçisine her hususta uymamız gerektiğini emreden ayetler
mevcuttur.
**
**
** Sünnetin Kaynak Değeri:
* Hz. Peygamber'e nisbeti sabit ve sahih Sünnetin İslâm
hukukunun kaynaklarından olduğu ve bunun gereğine göre amel etmenin vücûbu
üzerinde bütün müctehidler ve bilginler ittifak etmişlerdir. Onlar bu sonuca
varırken. Rasûlûllah'a itaati emreden, ona Allah'a itaat sayan, ona uymayı
Allah'ın sevgisine erişmenin ve günahları bağışlamanın yolu olarak gösteren,
onun hükmüne rıza göstermeyenin imansız olduğunu tade eden, ona muhalefet edene
şiddetli tehdidlerde bulunan âyetlere dayanıyorlardı. Pek çok sayıdaki bu
âyetlerden bir kaçını örnek olarak zikredelim: "Allah'a itaat edin, Rasûl'e de
itaat edin ve kötülüklerden) sakının. "Kim Rasûl'e itaat ederse, Allah'a itaat
etmiş olur. -(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah 'i seviyorsanız bana uyun ki
Allah da sizi sevsin ve günahlarınız, bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı ve
esirgeyicidir."Peygamber size ne verdiyse onu alın ve size neyi yasakladıysa
ondan sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir.
"Hayır, Rabb'ine andolsun ki, onlar aralarında çıkan
anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde
bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.
'Allah ve Rasulü bir işte hüküm verdiği zaman, artık mü'min
bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah
'a ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.'
"...Bu sebeple onun (Allah Rasûlünün) emrine aykırı
davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden yahut kendilerine çok acı bir azap
isabet etmesinden sakınsınlar. işte bunlar ve benzeri pek çok âyet, Sünnetin
hüküm teşriînde kendisine başvurulması gerekli ve bağlayıcı bir kaynak olduğunu
kesin olarak göstermekteydi.
Şu var ki. Sünnet Hz. Peygamber'den farklı yollardan ve çeşitli
senetlerle rivayet edilerek sabit olmuştur. Râvileri arasında rivayetine
güvenilecek kişilerin yanısıra, rivayetine güvenilemeyecek kimseler de
bulunmuştur. İşte bu durum, hüküm istinbati sırasında Sünnet malzemesinin bir
ayırıma tabi tutulmasını gerekli kılmıştır.
"Tevatür" yoluyla nakledilen Sünnet, Hz. Peygamber'e
aidiyeti kesin olduğu için bütün bilginlerce kabul edilmiştir. Hanefi bilginlere
göre "şöhret" yoluyla, diğerlerine göre "istifada" yoluyla nakledilen Sünnet,
sübût yönünden mütevâtire yakın olduğundan, aynı şekilde makbuldür. "Ahâd"
yoluyla nakledilen Sünnete gelince, bunu, gerek Sahabe bilginleri gerekse fıkhî
mezheplerin imamları ancak bir takım kayıt ve şartlarla kabul etmişlerdir.
Onların bu konuda farklı metodlara sahip olduklarını görüyoruz.
*
*
Herhangi bir dinin, peygamberi olmadan insanlara ulaştırılması, anlaşılması,
yerleşmesi ve kurumlaşması mümkün değildir, İslâm Dini de aynı şekildedir ve
Rasûlullah (s.a.) olmadan İslâm'ı düşünmek mümkün değildir. Zira İslâm sadece
Kur'ân-ı Keirm değildir; o, Rasûlullah'ın (s.a.) şahsında açıklanmış ve hayata
geçirilmiş, bizzat onun öncülüğünde kurumlaşmış bir dindir, Rasûlullah (s.a.),
bir taraftan Kur'ân'ı tebliğ etmiş, bir taraftan onu beyân etmiş ve uygulamaya
koymuş, diğer taraftan da onun kendisine havale ettiği boşlukları tamamlamış,
böylece onu herkesin anlayabileceği mükemmelliğe ulaştırmıştır.
Bu itibarla dinimizde Rasûlullah'ın (s.a.) ve dolayısıyla
sünnetin önemli bir yeri vardır. Rasûlullah (s.a.) ve hikmeti içinde taşıyan
sünneti olmadan, sadece Kur'ân-ı Keirm ile yetinecek bir müslümanlık iddiasında
bulunmak gerçekçi olmamak, Kur'ân'ı ve Rasûlullah'ı (s.a.) tanımamak, vahyin ve
peygamberlik kurumunun mahiyetini bilmemek demektir.
* Burada belirtmemiz gereken bir diğer önemli husus da şudur:
Sünnet-i Seniyye’nin belirleyiciliğinde yaşanan bir hayatta, adet ibadete dönüşerek sevap
konusu haline gelir Bir başka deyişle Müslüman, sırf Sünnet’te tavsiye edildiği
için herhangi bir davranışı benimser ve yaparsa, karşılığında sevap kazanır.
Çok basit bir örnek olarak şunu zikredelim: Yemeği sol elimizle
yersek dinden çıkmayız; ama sağ elimizle yersek bir sünneti yerine getirmiş,
dolayısıyla sevap almış oluruz Tekrarlı yaptığımız işlerde 3, 5, 7 gibi tekli
rakamlara riayet etmek, yatağa sağ tarafımız üzerine yatmak, tuvalete, banyoya
sol ayakla girip sağ ayakla çıkmak, camiye, eve, işyerine sağ ayakla girip sol
ayakla çıkmak gibi bireysel alanla sınırlı işlerden, toplumsal, hukuki,
ekonomik, ticari konulara kadar aklımıza gelecek her faaliyet sahasıyla ilgili
olarak Sünnet’in eşsiz rehberliği ve diriltici soluğu, bizlere iyiyi, doğruyu ve
güzeli işaret ettiği kadar, sevap hanemizin dolmasını da sağlamaktadır.
** Müslümanlığın simgesi olarak kabul edilmiştir.
Geçmişi Hz. İbrahim (as)'e kadar varan sünnet, câhiliye devri Arapları arasında
da devam edegelen bir âdetti. Araplarda hem kadın hem de erkekler sünnet
edilirdi. Erkeğin sünneti için "Hitan" kadınların sünneti
için "hafd" kelimesini kullanmaktaydılar.
Ancak "el-hıtanan" ifadesi sünnet edilen yer anlamına hem
kadın hem erkek için müşterek kullanılır.
Bizim dilimizde sünnet denilmekle, Hz. Peygamber efendimize
olan bağlılık vurgulanmıştır. Sünnet; Hz. Muhammed ümmetinin önemli bir
şiarıdır. Çocuk buluğ çağına gelmeden sünnet ettirilmelidir. Sünnet olmak,
milletinden olmakla öğündüğümüz Hz. İbrahim’den bize bir yadigârdır. Tevrat ve
İncil’e göre sünnet, Hz. İbrahim ile başlamıştır.
Sünnet (Hitan): Erkek üreme organının uç kısmında
bulunan deri parçasının kesilmesine denir. Erkek üreme organının uç kısmında
bulunan deri parçasının kesilmesine denir. Sünnet olmak; Hanefi ulemasına göre
büluğ çağına kadar müekked sünnettir. Büluğ çağından sonra sünnet olmamak vücuda
zararlı olduğundan sünnet olunması vaciptir. Şafiîlere göre vaciptir. Hanbelî
mezhebine göre ise erkek için vacip, kadın için bir ikramdır.
Sünnetin dinimiz açısından büyük hikmetleri
olduğu gibi, birçok sağlıkla ilgili yararları da vardır. Bilim adamları ve
özellikle tıp doktorları bunun olumlu sonuçlarını belirtmişlerdir. Meselâ,
sünnetsizlerde sünnet derisi ile kamış başı arasında ‘smegna’ ismi verilen bir
salgı birikir. Bu birikim ise mikropların da işe karışmasıyla çok acı veren
iltihaplara yol açabilmektedir. Ayrıca, sünnet olmuş erkeklerin hemen hiçbirinin
penis kanserine yakalanmadıkları kanıtlanmıştır.
Bazen de sünnet derilerinde darlık olur. Bu durum, ameliyatla giderilmediği,
yani bildiğimiz ‘sünnet’ ameliyesi gerçekleşmediği takdirde, peniste ‘fimosiz’
dediğimiz bir rahatsızlık ortaya çıkarır. Bu da penis sertleşmesi veya idrar
boşalımı esnasında acı duyulmasına sebep olur.
*
*
** MEHAZLAR İÇİN BAKINIZ :
** Şirat-ul İslam Şerhi, Sh: 015 - 016
** Birgivi Vasiyetnamesi Şerhi , Sh: 135 - 136
** İslam Hukuk İlminin Esasları , Sh: 063 - 072
** Bir Bilene Soralım , C: 03 , Sh: 064 - 065
** Vesiletün Necat , Sh: 049 - 050 ; 067
** Mehmet Erdoğan , Akıl-Vahiy Dengesi Açısından Sünnet, Sh: 231
** Ebubekir Sifil, Hayat Sünnet'le İbadete Dönüşür, Semerkand Dergisi, 42. Sayı.
** Fâideli Bilgiler - İHLAS AŞ.
**
**
**
|