Merhaba Sevgili
İnsanoğlu!
Her
birimizin başlıbaşına ayrı birer âlem
olduğu hayvanlar dünyasının bugün mevcut olan yaratılmışlarının
cesamet bakımından en büyüğü olarak ben 'Mavi Balina' (Balaenoptera
musculus) konuşmak ve hakkımdaki bazı
saçma iddialara cevap vermek istiyorum. Geçmişte benden daha büyük
vücuda sahip bazı dinozorlar yaşamış olabilir, ama artık onlar
hayat sahnesinde değiller. Yeryüzünü feza okyanusu içinde
tesbih tanesi gibi çeviren ve onun
üzerinde istediği gibi tasarruf eden Rabbim; geçmişte yaratıp
yaşattığı bir çok türü belli bir zaman sonra yeryüzü sahnesinden
silmiş ve halen de bazı türleri silmektedir. İleride belki neslimi
de yeryüzünden kaldırır ve daha başka yeni türler yaratabilir. Her
türlü yaratma ve yok etme O'na aittir ve O, mülkünde dilediği gibi
tasarruf eder. Bir mikrobu yaratmasıyla, hayvanların en büyüğü olan
beni yaratması arasında hiçbir fark yoktur. Kolaylık ve zorluk
sadece biz yaratılmışlar içindir. O'nun için kolay veya zor diye
bir şey yoktur. Bazıları Allah'ın yaratmasındaki ilim ve kudreti
göremediklerinden bir sürü eğri büğrü yollara sapmakta ve inkâra
saplanmaktadır. Ateizme ve ilhâda çıkan
bu yolların en başında evolüsyon
nazariyesi gelmektedir.
İnsanların
morfolojisi, anatomisi ve fizyolojisiyle her bakımdan açık
denizlerde yaşamak için yaratılmış bir
mahluğun sahip olduğu binlerce mükemmel hususiyeti Rabbimin
sonsuz ilim ve kudretine vermemek için, tesadüfî mutasyonlardan,
merhametsiz tabiî seleksiyondan ve
şuursuz adaptasyonlardan medet dilenmelerine bazen
acıyasım geliyor. Şaşkın insanoğlu! Ne
kadar da acele hüküm veriyorsun? Seni ve beni yoktan yaratan
Allahımız (cc)'ı
kabul etmemek ve böylece kulluktan kaçmak için, geçmişte karada
gezen ve otlayan bir fil gibi olduğumu iddia edebiliyor ve sonra da
tesadüfî bir evrim süreciyle değişip dönüştüğümü söyleyebiliyorsun.
Halbuki karada yaşamak ile denizde yaşamak arasındaki farkı idrâk
edebilseydin, böyle bir hüküm vermekte biraz zorlanırdın.
Yakından
tanımayanların çoğu, denizde yaşadığım için beni balık
zannedebilir. Halbuki aynı vasatı paylaşmak dışında balıklarla
hiçbir alâkam yoktur. Balıklar; kalbleri
iki odacıklı, su içindeki erimiş
oksijeni almaya uygun solungaçlara sahip, derileri kemik pullarla
kaplı, yumurtalarını suya bırakarak ürer ve metabolizmaları da
soğukkanlı olarak yaratılmışlardır.
Benim kalbim ise sizinkiler gibi dört
odacıklıdır. Su içindeki oksijeni kullanamam, bana
da sizin gibi akciğerler takılmış ve ancak havadaki oksijeni soluyabilirim. En
önemlisi de, beni memeliler sınıfına dahil eden hamile kalmam ve doğurma
özelliğim ile memelerimden gelen sütle yavrularımı beslememdir.
Balinalar takımı olarak, 38 cinse ait 92 tür
içinde yunuslar gibi birkaç metre uzunluğunda türler olduğu gibi, benim gibi 34
metre uzunluğu ve 190 ton ağırlığı ile dünyanın en büyük hayvanı
ünvanını taşıyanlar da vardır. Şimdi beni
okyanuslarda yaşamaya uygun halde yaratmış olan Rabbimin; beni hangi hususî
vasıflarda techiz ederek diğer hayvanlardan
ayırdığına kısaca temas edeceğim. Bu kadar hususî
şekilde, denizlerin her türlü şartına karşı hazırlanmamın tesadüfî evrimsel(!)
süreçlerle oluşup oluşamıyacağını da sizlerin
takdirine bırakacağım.
Müthiş Bir İskelet
Mimarisi
Mâlumunuz
olduğu üzere, suda yüzebilmek ve batmamak için, vücut yoğunluğunun sudan çok
fazla olmaması veya ilâve hava boşluklarıyla suyun kaldırma gücünün
desteklenmesi gerekir. Bunun için de kafatasımdaki birkaç kemik hariç,
iskeletime ait kemiklerim; diğer memeli hayvanlardan ve sizlerden farklı olarak
sünger kemik tipindedir. Kemiklerimin % 50'sini bol yağlı kemik iliği teşkil
eder. Bu yağlı kemikler sayesinde vücudumun % 17'sini teşkil eden iskeletim çok
hafiflemiş olmaktadır. Ayrıca iskeletim vücudumun ağırlığını destekleyerek
yürümek üzere yaratılmamıştır, iskeletimdeki kemikler sadece vücut kaslarıma
bağlanmakta ve destek noktası sağlamakta ve yüzmek için gerekli gücü
oluşturmaktadır. Karada yürümek için, sizinkiler gibi yerçekimine karşı vücudu
kaldıracak yoğun ve sert bir kemik iskelet gerekmektedir. Bu açıdan
baktığınızda evrimcilerin beni karadan denize geçirmek için ne kadar
zorlanacaklarını tahmin edebilirsiniz. Ama onlar bunu hiç düşünmeden, beni
karada gezmekten sıkılmış da vücudunu değiştirerek denize geçmiş
farzedebiliyorlar.
Kafatasıma
ait kemiklerimin büyüme hızı nisbetleri,
embriyonal gelişmemin son döneminde aniden
farklılaşarak burun kemiğim tepeye kaymakta, çene kemiklerim uzamaktadır.
Böylece nefes için gerekli olan burun deliğim de en tepe noktaya taşınmış
olmaktadır. Boyun omurlarım birbiri ile sıkı bir şekilde kaynaştığından, başımı
ve boynumu sizin gibi sağa sola çeviremem. Göğüs kemiğime bağlı olmayan 12–13
kaburgam vardır. Kollarım kısa, ellerim ise uzun olup, parmaklarımı teker
teker göremezsiniz. Çünkü Rabbim yüzmeye uygun olsun
diye, parmaklarımın hepsini bir araya getirip elimi yüzgeç haline sokmuştur.
Ayrıca Rabbim dalmayı ve yüzmeyi kolaylaştırmak için kalça bölgeme her hangi
bir kemer ve ayak da takmamıştır. Omurgamı teşkil eden omurlar vücudumun arka
tarafına doğru giderek küçülür ve en sonda düz olarak biterler. Suya dalışım
esnasında en son gördüğünüz kuyruk yüzgecimin içinde iskelete ait herhangi bir
kemik yoktur. Balıklardan farklı olarak da bu yüzgecim ufkî (yatay)
pozisyondadır; yukarı–aşağı doğrultuda sallanarak su içinde beni ileriye doğru
iter. Balıkların yüzgeci ise dikeydir ve sağa–sola sallanır. Memeli hayvanlar
içinde sırt yüzgeci taşıyan hayvan sadece balinalardır. Fakat bu yüzgecimin de
içinde kemik yoktur; yelkenli gemilerin denge sağlayan çıkıntılı
karinaları(gemilerde dengeyi sağlamak için omurgaya bağlı ağırlık) gibi dengemi
sağlamamda mühim bir role sahiptir.
Hususi Duyu
Organları
Beynimin
en büyük kısmı işitme ile alâkalı olan loblardır..
Onun için biz balinaların en önemli duyuları işitmeleridir. Koklama duyumuz
zayıf olsa da, görme duyumuz nisbeten iyidir. Tat
alma duyumuz ise hiç yoktur. Dokunma duyumuz iyidir ve vücudumuzun her tarafına
dağılmış vaziyettedir.. Ayrıca ağız kenarlarımda bulunan az miktardaki kıllar da
dokunmaya çok hassastırlar. Sizlerin görmesi bize göre çok iyidir, nesneleri üç
boyutlu (stereoscopik) görüyorsunuz. Sağ ve sol
gözümün sinirleri sizinkiler gibi çaprazlanmadan, ayrı ayrı
yollardan beynime ulaştığından, varlıkları ancak iki boyutlu (monoküler)
görebiliyorum. Yanlış anlamayın, bunları şikâyet olsun diye söylemiyorum, sadece
yaratılışımdaki mükemmelliği anlatmak için durumu rapor ediyorum. Zira benim iki
boyutlu görmekten şikayetim yok, tat alma duyumun olmamasından da rahatsız
değilim. Allah benim için en uygun ve gerekli olanı bildiği için bu şekilde
yaratmıştır. Hiç bir zaman O'nun yaptığı işte bir kusur aramak gibi âdetim
olmamıştır!.
Çok Hassas İşitme ve Çok Şiddetli Ses Çıkarma
Normalde
havanın yoğunluğu ile karada yaşayan hayvanların yoğunluğu arasında çok fark
vardır. Her iki kulağa ulaşan ses dalgaları, sağ ve sol kulaklarınız arasındaki
mesafeden dolayı beyinde farklı zamanlarda algılandığı için, sesin geldiği yönü
kolaylıkla fark edebilirsiniz. Su içinde yaşayan benim gibi hayvanların ise,
vücut yoğunluğu ile suyun yoğunluğu arasında az fark olduğundan ve su içindeki
ses dalgaları her tarafa aynı hızla yayıldığından normal olarak sesin yönünü
tayin etme zorluğu vardır. Bu probleme karşılık Rabbim kafatasımın arkasından
işitme bölgesini ayıran bir boşluk (pnömatik
boşluk) ile birlikte, bir de iç kulaklarımın arkasına yoğun birer
tympanik kese (veya hava ile trampet gibi
titreşebilen kese) yerleştirmiştir. Ayrıca iç kulaklarım birbirinden
periblar sinüs adı verilen boşluklarla ayrıldığı ve
tympanik keseler birbirinden bağımsız titreşebildiği
için su içindeki seslerin geliş yönünü kolayca tesbit
edebiliriz. Dalma esnasındaki muazzam su basıncına karşı da, Rabbim kulaklarımın
patlamaması için tedbir olarak periblar sinüsün
içini kanla doldurarak, su basıncını dengelemiştir..
Kulaklarımın
hassasiyeti sizden çok çok fazladır.. 12,5
Hz ile 32.000 Hz
aralığındaki sesleri işitirim. Dişi balinalar grubumuzda ise üst sınır daha da
yüksek olup, 200.000 Hz'e kadar çıkar. Dış kulağımız
olmadığı halde, ne kadar iyi işittiğimizi gördünüz.
İşitmem bu kadar iyi olunca demek oluyor ki,
çok iyi ses çıkarma mekanizmalarımız da mevcuttur. Farklı frekanslardaki sesleri
farklı işler için kullanırız. 12,5 Hz ile 200
Hz arasındaki infrasonik
sesleri, aramızdaki haberleşmelerde hususî bir dil olarak kullanıyoruz.
21.000–32.000 Hz arasındaki darbeli atımlar (puls)
şeklindeki sesleri ise, radar gibi yer ve konum belirleme için kullanırız.
Beslenmek için balık ve karides sürülerinin yerlerini bu yüksek frekanslı
sesleri radar gibi kullanarak tespit ederiz. Sesimin şiddeti hayvanlar
arasındaki en şiddetli sestir. Meselâ bir seferinde Şili kıyılarında 188
desibel şiddetinde çıkardığım ses, bir
uçağınkalkış esnasında çıkardığı sesten daha
kuvvetlidir.. Bu işitme ve ses çıkarma kabiliyetimiz sayesinde çok uzaklardan
bile birbirimizi kontrol edebiliyoruz. Meselâ 20 Hz'lik
çıkardığım infra ses, 75 km ötedeki arkadaşım
tarafından duyulmak suretiyle haberleşiriz. Bazı durumlarda 300 km mesafeden
bile rahatça haberleşebiliriz. Eğer yeterli şiddette sesi uygun dalga boyunda
çıkarırsam ve denizlerde de gemilerin motor gürültüsü olmasa, 10.000
km'den bile birbirimize mesaj gönderebiliriz.
Üşüyüp Donmamak İçin
Denizlerin
soğuk olduğunu biliyorsunuz. Bazı türlerimizin kutuplara yakın soğuk sularda
dolaştığını da düşünürseniz, işimiz oldukça zor gibi görünüyor. Size göre öyle
olabilir, ama Rabbim bunun için de, derimizin altına kimi yerde 25 cm, kimi
yerde 50 cm'ye yakın kalın bir yağ tabakası
yerleştirmiş. Bu yağ tabakası, hem iç ısıyı izole ediyor, hem de en büyük
hacimde en küçük yüzey alanı teşkil ederek, ısı kaybını en aza indiriyor. Ayrıca
derimin üzeri de kaygan bir yağlı filmle kaplıdır ve derimde ter bezi de yoktur.
Şayet sıcak denizlere gider ve iç sıcaklığım artacak olursa, yüzgeçlerime gelen
çok yoğun damarlanmış ağ halindeki kan damarlarımın
kasılarak daralması, gevşeyerek genişlemesiyle ısı kaybı veya ısı muhafazası
otomatik olarak ayarlanır. Ayrıca yüzgeçlerime gelen atardamarlarla,
yüzgeçlerden kalbe dönen toplardamarlar birbirine yakın seyrettiklerinden
içeriden gelen sıcak kan ısısı kaybedilmeden yanındaki toplardamarın kanı
ısıtılarak vücuda dönmesi sağlanır, ısı kaybı en aza indirgenir.
Vurgun Yemeyen Dalgıç
Denize dalanlarınızın çok iyi bildiği gibi en
büyük tehlike, derinlikten su yüzüne aniden çıkarken, kanın içindeki erimiş azot
gazının kabarcıklar haline geçerek beyin ve
kalb gibi hayatî organların damarlarını tıkamasıdır.
Bu durumu en basit olarak, kapağı aniden açılan gazoz şişesindeki karbonik asit
halinde erimiş bulunan karbondioksitin habbecikler halinde köpürmesinde
görürsünüz. Hayatım, yüzlerce metre derinlere aniden dalmak ve aniden çıkmakla
geçiyor, ama hiç bir vurgun yemiyorum.
Vurguna karşı Rabbim beni çok hususî şekilde
techizatlandırmıştır. Herşeyden
önce akciğerlerim sizinkilere göre gaz değişimini çok hızlı yaparlar; akciğer
kapasitemin % 80'ini kullanırım (kara memelileri ise gaz değişim hızı bakımından
akciğer kapasitelerinin % 30'unu kullanırlar). Bir–iki dakika su dışında kalıp
bir saat su altında kalabilirim. Kanımda sizinkinin iki misli eritrosit
(alyuvar) bulunur, bu yüzden çok fazla oksijen taşır. Ayrıca vücudumun toplam
kan nispeti de sizinkine göre çok fazladır. Kaslarımda oksijen bağlayıcı pigment
olan myoglobin çoktur.
Myoglobin kara hayvanlarının etlerini kırmızı gösterdiği halde,
miktarının fazlalığından dolayı etim siyah renktedir. Ayrıca su altında
kalb atım hızımı yavaşlatıp, damarlarımı daraltıp,
oksijen sarfiyatını da azaltabiliyorum. Tabii ki, bütün bunlar benim haberim
olmadan, Rabbimin inayet ve keremiyle otomatik olarak yerine getiriliyor.
Azot
gazına karşı esaslı tedbir nedir, ben de bilmiyorum. Ama fizyologların
tespitlerine göre, solunum sistemi boşluklarımda az hava bulunuyor. Ayrıca
akciğerlerimin içindeki ve çevresindeki boşluklarda bol miktarda yağ ihtiva eden
bir mukus (sümüksü madde) bulunmaktadır. Bu yağlı
mukus havanın içindeki azotu emmekte ve böylece
serbest azot gazı kalmadığından vurgun tehlikesinden korunmuş olmaktayım. Nefes
yollarımdaki bu yağlı mukusu, nefes verirken,
başımın üstündeki burun deliğimden su buharı ile birlikte dışarı püskürtürüm.
Sizler bazen gemi ile seyahat ederken bu püskürmenin 9
m'ye kadar yükseldiğini görebilirsiniz. Soğuk havalarda nefesimdeki su
buharı yoğunlaşınca daha da rahat görülebilir.
Denizde
tuzlu su içmek zorundayım, böbreklerim büyük ve çok özel bir yapıda olduğundan,
yoğun idrarla bu tuzu dışarı atar. Terlemeyle de su kaybetmediğim için su
ihtiyacım olmuyor.
İki–üç yılda bir yavru yaparım. 12 ay kadar süren hamilelikten sonra, 2,5 ton
ağırlığında bir yavru doğururum. Diğer dişiler bu sırada bana yardım ederler.
Bir haftada ağırlığının iki misline çıkan yavrum, günde 600 litreye yakın süt
içer. Sütümdeki yağ nisbeti % 40'dır (sizin
sütünüzde ise % 2 yağ bulunur). Onun için emzirme zamanında sütüm daha yağlı
olsun diye çok daha az su kullanırım. Yavrum süt emerken ağzına deniz suyu
kaçmaması için, şefkati sonsuz Rabbim, ona emme kabiliyeti ve emme kasları
vermemiş. Buna karşılık memelerimle onun ağzını bir vantuz gibi birbirine
yapışacak şekilde yaratmış, memelerime de kasılarak
fışkırtma kabiliyeti vermiş. Böylece yedi–sekiz ay boyunca memelerime
yapışık olan yavrumun ağzına sütü ben fışkırtırım. Haydi bakalım evrimciler bunu
da tesadüfi mutasyonla izah etsinler!. Beslenme döneminde günde dört ton karides
veya sardalya türünde küçük balıklar yerim. Eğer
insanlar tarafından avlanmazsam 80–100 sene kadar yaşarım. 19. yüzyılda sayımız
300.000 kadar olduğu halde, bazı insanlar yüzünden 6000–10.000 kadar kaldığımız
tahmin ediliyor. Saatte 11–13 km hızla normal olarak yüzerim. Ani durumlarda
kısa süreli olarak 30–35 km'ye çıkabilirim. 150 m
derinlikte 20 dakika kadar rahatça kalabilirim. Bu rakamlar bana ait hususî
değerlerdir. Diğer balina türlerinde çok daha farklı değerle ölçebilir, daha
farklı hususiyetler keşfedebilirsiniz. Ne olursa olsun hepimizde göreceğiniz
bütün güzellikler, bizleri yaratan Rabbimizin sonsuz ilim ve kudretini,
merhametini ve şefkatini gösterir.
Bu kadar mucizevî yapının, karadan denize
geçerken evrimleşen bir hayvanda tesadüfen oluşacağını iddia edenlere de, bu
halimle söyleyecek birşey bulamıyorum. Siz insan
olarak ne derseniz deyiniz. Haydi kalın sağlıcalıkla,
ben karnımı doyurmak için biraz dalmak istiyorum.
MAKALE :
Prof. Dr. Arif SARSILMAZ
KAYNAK :
SIZINTI DERGİSİ’NDEN
ALINDI. |